Vasatlık denilen zehir

“Vasatın iktidarı” denilince genellikle “vasat olanın iktidara gelmesi ve ülkeyi yönetmesi” anlaşılır. Ancak bu tanım yeterli değildir. Vasatın iktidarı demek, bize vasatlığın siyasal parti ayrımı yapmaksızın tek başına muktedir olduğu, siyasetin her aşamasına nüfuz ettiği durumu anlatır. Vasatlık öyle bir zehirdir ki, eğer karşı konulmazsa toplumun bütün katmanlarının içine sızar ve tüm hücreleriyle teslim alır. Aynı bizim ülkemizde olduğu gibi.

Vasatlığın egemenliğinin miladı 1990’dan itibaren dünyada baş gösteren, siyasetin “ideoloji-dışında” kalmaya başlamasıydı. Bu ideoloji kaybı hem global hem yerel düzeyde bir kırılma noktası yarattı. Kıbrıs’ta da siyasi partilerin ve sivil toplum örgütlerinin hüviyetlerini dramatik şekilde etkiledi. Zaman içinde siyasal partilere bir “yönsüzlük” duygusu karabasan gibi yerleşti. Siyasetin önderleri, dünyayı anlama ve yorumlama çabasını tamamen unuttular ve arkalarından onları topuzlayan bir güç varmış gibi koşarak yönsüzlük asfaltına kendilerini bıraktılar. Eskiden ideolojisiz parti diye bir şey bilmez, duysak şaşırırdık. Ama aradan geçen zamanda ideolojisizlik ve yönsüzlük siyasette geçer akçe oldu, siyasetçiler bu duyguyu zihinlerine ve söylemlerine yeni bir dil gibi cari kıldılar.

Dünyayı anlamanın, yorumlamanın, düşüncelerin önemli olmadığı bir siyaset arenası vasat olanla yetinebilirdi ve nitekim öyle oldu. Biraz vasatın dışına çıkmak isteyenleri çeşitli sıfatlarla nitelendirme, örseleme, kuşatma, susturma ve zihnini gasp etme devri böyle başladı. Birbirine düşman görülen siyasi partiler ve kurumlar, vasat olmayana karşı mücadelede omuz omuzaydı, hem dilde hem eylemde birlikteydi. Nihayet, vasatla yetinme duygusu tabana da yayıldı, oy vermekten aday göstermeye kadar tüm siyasi davranışların yegâne egemen ideolojisi oldu.

Vasat olmayana karşı ortak mücadele eden siyasi partiler başka meselelerde de mükemmel bir “ortaklık” geliştirdi. Mesela, Meclis’te temsil edilen herhangi bir parti sözcüsünün siyasetin ve sivil toplumun finansmanı konusunda eleştirel tek bir laf ettiğini gördünüz mü? Bu mesele ülkenin en önemli meselelerinden biri değil mi? Halil Falyalı ve şoförünün öldürülmesi sonrasında konu en can yakıcı haliyle yeniden gündeme geldi. Zaten biliniyordu ama Falyalı’nın soldan sağa siyasi partilere, gazetecilere finansman sağladığı ayan beyan ortaya çıktı. Tek bir kişi çıkıp “Kral çıplak!” demedi. Neden? Çünkü günahsız olan yoktu ki çıkıp ilk taşı atsın.

Peki siyasetin finansmanı sorunlu da sivil toplumunki değil mi? Elbette sivil toplum da ideolojisizlik ve yönsüzlük akımından kendini kurtaramamıştı. 2000’li yılların başında değiştik, sokağa döküldük, isyan ettik… Bu dalga ülkemizdeki sivil toplum örgütü sayısında patlamaya yol açtı. Ama nicelikteki artış niteliğe yansımadı ne yazık ki. Sivil toplum kuruluşlarının en önemli amacı AB’den fon kapmak oldu. Yaşamaları AB fonlarına bağlı olduğu için adayı bölen güce karşı büzüldükçe büzüldüler. AB de sivil toplumu fonlayarak çatlak sesleri susturmanın yolunu bulmuştu. Alan razı, veren razıydı.

Görüldüğü gibi siyasetin ve sivil toplumun finansmanı da vasatlığa hizmet ediyordu. Akıtılan paralar vasat olmayanı engellemeye, siyaseti tek tipleştirmeye, farklı sesleri susturmaya yaradı. İki farklı uçta zannedilen “Kıbrıs’ta barış engellenemez” ve ”Yaşasın KKTC” paradigmalarının geçtiği yol aynı yoldu, buluştuğu yer ise vasatın iktidarıydı.

Dünya çok büyük bir değişim dalgasının içinde bulunuyor. Kimi ülkeler bu dalganın içinden güçlenerek, kimi ülkeler perişan olarak çıkacak. Değişimin iyi yönde olup olmayacağını toplumların siyaset kurumları belirleyecek. Siyaset kurumunun zamanın ruhuna uygun ve sürdürülebilir bir vizyon ortaya koyduğu ülkeler iyi yönde değişip güçlenecekler. Bizim gibi vasatın iktidar olduğu toplumlarda ise değişim kendiliğinden olacak. Kendiliğinden oluşan değişimin nasıl sonuçlanacağını bilemeyeceğimiz için çeyrek asırdan fazladır sürüklendiğimiz gibi kendimizi dalganın akışına bırakıp sürükleneceğiz, başkalarının tayin edeceği kaderimizin ne olacağını endişe içinde bekleyeceğiz.

Tek çaremiz, bizi teslim alan vasatın iktidarına karşı mücadele etmek ve onu her mevzide geriletmek.