Bundan yaklaşık 2 ay önce İsrail gazetesi Israel Hayom, Kuzey Kıbrıs’ın İsrail için “doğrudan bir güvenlik tehdidi” haline geldiğini yazmıştı. Cümleler arasında, açık açık adayı Türklerden arındırmaktan söz eden bu yayın organı, İsrail aşırı sağının ve Netanyahu iktidarının sesi. Bu nedenle söylediklerini hafife almamak gerekiyor.
Aslında İsrail’in Kıbrıs’a ilgisi yeni değil. Özellikle 2010’daki Mavi Marmara krizi sonrası İsrail ile Kıbrıs Cumhuriyeti arasındaki yakınlaşma gözle görülür hale geldi. Enerji diplomasisinin devreye girmesiyle bu ilişkiler daha da derinleşti. Doğu Akdeniz’de keşfedilen doğalgaz yatakları iki tarafı neredeyse stratejik müttefik haline getirdi. Bu ittifak, Kıbrıs meselesinin çözüm dinamiklerini de değiştirdi.
Eğer Türkiye-İsrail ilişkileri Mavi Marmara öncesindeki düzeyde seyretseydi ya da Kıbrıs sorunu çözülmüş olsaydı, bugün Doğu Akdeniz’de oluşan bu kutuplaşmayı değil, çok daha farklı senaryoları konuşuyor olabilirdik. Unutmamak gerekir ki, 1974 müdahalesinden 2010’lara kadar İsrail, Türkiye’nin Kıbrıs tezlerine uluslararası platformlarda ciddi destek veriyordu. Bugünse Yunanistan’ın ve Kıbrıs Cumhuriyeti’nin çizgisine yakın duruyor. Yeni bir denge kuruldu ve bu denge Türkiye’nin ve dolayısıyla Kıbrıslı Türklerin aleyhine çalışıyor.
Fakat İsrail’in Kıbrıs’la olan derdi yalnızca bugünün enerji diplomasisine dayanmıyor. Tarihi çok daha eski. Tam 1900 yıl öncesine, 115 yılına kadar uzanıyor.
O yıl, Yahudiler Roma İmparatorluğu’na karşı büyük bir ayaklanma başlattılar. Bu isyanın en kanlı durağı ise Kıbrıs’tı. Kıbrıs’taki Yahudiler Artemion öncülüğünde ayaklandılar ve adada Yahudi olmayan kim varsa kılıçtan geçirdiler. Antik tarihçi Dio Cassius’a göre, 240 bin Kıbrıslı hayatını kaybetti. İsyan ancak iki yıl sonra Roma ordusunun ve Libya konsülünün ortak müdahalesiyle bastırılabildi. Ve ilk iş olarak Yahudilerin Kıbrıs’a adım atması yasaklandı. Bu yasak, İngiliz Başbakanı Benjamin Disraeli dönemine, yani 1878 yılına kadar sürdü.
Bugün Siyonist ideologlar bu tarihi unutmuyor. Kıbrıs, yalnızca jeopolitik değil, tarihsel bir travma ve hedef olarak da onların zihin dünyasında yer tutuyor. 1900. yıl vesilesiyle yeniden hatırlanan bu “tarihi hesaplaşma”, Kıbrıs üzerindeki İsrail ilgisini anlamak açısından kayda değer bir bağlam sunuyor.
Gerçi bu kadar geriye gitmeye de gerek yok. İsrailliler uzun süredir Kıbrıs’ta ciddi yatırımlar yapıyor, oturumlar alıyor, yerleşiyorlar. Ekonomik nüfuz siyasi nüfuzu, siyasi nüfuz ise zamanla askeri varlığı beraberinde getirir. İsrail’in güneye hava savunma sistemi kurmasını da unutmayalım.
Doğu Akdeniz’deki bu yeni dengeyi bozmak ve yalnızlığı aşmak istiyorsak Kıbrıs sorununa çözüm üretmekte ısrarcı ve yapıcı olmak zorundayız. Çözümsüzlük, sadece Kıbrıslı Türkleri değil, Türkiye’yi de bölgesel denklemde yalnızlaştırıyor. Kıbrıs’ta çözüm, İsrail’in ada üzerindeki etkisini zayıflatacağı gibi Türkiye-Yunanistan ilişkilerinin seyrini de değiştirebilir.
Kıbrıs’ta barış sadece adadaki iki halkın ortak geleceği değil, aynı zamanda bölge barışının da anahtarıdır. Bu anahtarı başkalarının eline bırakmak yerine, biz tutmalıyız.