Geçenlerde öyle bir hikâye dinledim ki, bunu herkesle paylaşmak istedim.
Dinlediğim hikâye Maraş’la ilgili. Yani bir zamanlar dünyaca meşhur olan, herkesin gelmek ve kalmak istediği muhteşem sahil yöremiz. Neredeyse yarım asırdır hayalet şehir deniyor oraya. Hikâyemizin kahramanları Maria Monti ile Rebeca Monti 1950’li yıllarda Maraş’ta yaşayan iki Levanten kız kardeş. O yıllarda Maraş sadece benzersiz plajları, muhteşem villaları, son model otomobil galerileri, üst düzey bankaları, lüks otelleriyle değil hayat kadınlarıyla da (bugünkü tabirle seks işçileriyle de) ünlü bir mekandı. İşte Maria Monti ile Rebeca Monti de Maraş’ta güzellikleriyle nam salmış iki hayat kadınıydı.
Tabii bizim hikâyenin kahramanları Milanolu film artisti Maria Monti değil. İşleri zor. Günün birinde bir Rum polis çavuşu onları haraca keser. Yani kazandıklarından payını alır. Tabi sadece haracını almaz, canı istediği zaman ikisiyle de birlikte olur. Bu durum sürüp giderken bir sömürge subayı Monti kardeşlerin düzenli müşterisi olur. İlişkileri samimiyet ve güvene dönüştüğünde kadınlar haraççı Rum polis çavuşunu sömürge subayına şikâyet ederler. Eh, ne demişler, el elden üstündür. Sömürge subayı meseleyi iş edinir ve polisin mahkemeye çıkıp 8 yıl hapis cezasıyla kodesi boylamasını sağlar.
Gel zaman git zaman bu iki kadından Mare Monti, bugün tartışmalara konu olan Mare Monte Hotel’i, Rebeca Monti ise Mağusa’daki Rebeca Hotel’i açar. Yaşı yetenler hatırlar. 1974 sonrası birçoğumuz bir biçimde bu otellerin müşterisi olduk. Bir zamanların en popüler plajlarından ikisi bu otellerdeydi.
Görüldüğü gibi ülkemizde işletilmekte olan birçok otelin 1974 öncesi sahipleri arasında çok ilginç insanlar yaşamış. Bu insanlar gerçek anlamda büyük bedeller ödeyerek yapmış ve faaliyete geçirmiş bu otelleri. Peki biz ne yaptık? Bu otellere yeni sahipler bulduk işletmelerini 49 yıllığına bunlara kiraladık.
Türkiye’deki meşhur genelev işletmecisi Matild Manukyan hala hafızalardadır. Sermaye birikimini kerhane işleterek yapan Manukyan uzun yıllar Türkiye’nin vergi rekortmeniydi. Manukyan’ın servetine konanlar, korumalığını yapanlar bugünün büyük inşaat firmalarının sahipleridir. Manukyan’ın İstanbul’daki hikayesi ile Maraş’ta çalışıp hotel açmış iki kız kardeşin hikâyesi çok benzerlik taşıyor. Bizim hikâyenin farkı araya savaşın girmesi ve iki Levanten kız kardeşin malını mülkünü bizim taraftaki siyasi iradenin inisiyatifine bırakmasıydı.
Monti kardeşlerin sonraki hikâyesi acaba nedir? Büyük ihtimalle sessiz biçimde göçmüşlerdir bu dünyadan. Ama geride bıraktıkları eserler hayatımızın içinde güzel bir biçimde varlığını sürdürüyor ve yarattıkları bu varlıklar birilerini hala zengin ediyor. Kim bilir adını bile duymadığımız ne çok insan yarattıkları değerleri bir daha göremeden göçüp gitti.
Tekrar Maraş’a dönersek… İnsan manzaları üzerinden Maraş’ın ve elbette diğer kentlerimizin monografisi mutlaka yazılmalıdır. Üzerinde yaşanan bu kentlerin her birinin tarihinde ne insan manzaraları yatıyor, keşke bunları bilebilsek. Öyle ya da böyle bu ülke için değer yaratan isimler kökeni ne olursa olsun her zaman anılmalı ve kayıtlara geçirilmelidir. Bunlardan haberi olmayan insanlar bugünlerde arsa furyası dediğimiz talanla ellerindeki araziden rant elde etmek için neler yapıyorlar, görüyoruz. Halbuki her toprağın, her binanın üzerinde yaşadığı insan ve insanlarla kendi içinde ayrı ve özel bir öyküsü vardır. Bu insan manzaraları ve gerçek öyküler Kıbrıs konusunu sadece bir uyuşmazlık konusu olmaktan çıkarıyor ve insanları meselenin farklı düzeylerini görmeye teşvik ediyor. İşte işin sırrı da zaten orada.
Maraş üzerinde yazılması gereken öyle çok anı, hatıra ve anekdot var ki onlarca uzman oturup senelerce çalışsa hepsini toparlayabilmeleri çok zor. Birçok insan yaşadığı güzel Maraş’ı bir daha göremeden terk eyledi bu dünyayı, kahır içinde. Hazır bugünlerde Mare Monte Hotel tartışılırken, orayı emeği, yüreği ve tırnaklarıyla kuran ilk ve gerçek sahiplerinin neler yaşadığını hatırlatmak istedim. Öyle derler ya: “Mal sahibi mülk sahibi, hani bunun ilk sahibi?”